Monamour’da Başlayıp HBO Max’te Devam Eden Bir Hikâye: Pavyon
- Ankara'nın Ritmi

- 4 saat önce
- 4 dakikada okunur
Ankara’nın gece hayatı son yıllarda dizi ve filmlerle daha çok ekrana taşınıyor; ama pavyonlar söz konusu olduğunda hâlâ çoğumuzun aklında yarım yamalak, kulaktan dolma hikâyeler var. İşte tam bu yüzden, Pavyon belgeselinin üçüncü sezonunun galası benim için sadece bir gösterim değil, bu şehirle ilişkimi yeniden düşünme akşamı oldu.
Haydi, Ankara’nın turistik gece kulübünün kapısını birlikte aralayalım.
Monamour’da Bir Gala Akşamı

Galaya ev sahipliği yapan mekân, belgeselin de geçtiği yerlerden biri: Monamour Turistik Gece Kulübü. 6 Aralık 2025 Cumartesi akşamı kapısından içeri girdiğimde, ilk dikkatimi çeken şey gösterişli bir sahne ya da dev bir pankart değil, gayet basit ama incelikli bir detaydı: girişte hazırlanan fotoğraf köşesi. Ayrıca pavyon masası olarak düzenlenmiş bir köşe hazırlanmıştı; burada fotoğrafçı, Polaroid makinesiyle o geceyi sizin için ölümsüzleştiriyordu.
Konuklar daha salona varmadan burada durup fotoğraf çektiriyor; sanki geceye “hatırlanacak bir şey” gözüyle bakmamız isteniyor.
Koridor boyunca ilerlerken, kulübün yabancı uyruklu çalışanlarını görüyorsunuz. Çalan müzikle uyumlu, abartısız ama enerjik danslarla misafirleri karşılıyorlar. Bu karşılama, yeni sezonun odağını da hissettiriyor: Artık sadece Ankaralılar yok; dünyanın dört bir ucundan bu şehre çalışmaya gelmiş insanlar da hikâyenin merkezinde.
Notalardan Adımlara Uzanan Gala Akışı
Gecenin programı sade ama ritimli kurgulanmıştı. Önce herkes kokteylini yudumladı ve koltuklarına yerleşti. Ardından sahneye müzisyenler çıktı.
Şehrin gece hayatına aşina olanların çok yabancılık çekmeyeceği bir setti bu: Neon ışıklara yakışan, ama bağırmayan parçalar… Ne “eğlenmeye geldik” çığırtkanlığı ne de kasvet. Daha çok “bu mekânın gündelik ruhunu görün” diyen bir ton.
Sonra sıra dansçılara geldi. Turistik gece kulübünde çalışan dansçıların birkaç kısa performansını izledik. Kimi zaman erotik ve seksi, kimi zaman daha geleneksel koreografilerdi.
Ekranda göreceğimiz dünyanın, sahnede “iş” olarak nasıl sürdüğünü canlı görmek, ileride izleyeceğimiz bölümlerle kafamda otomatik bir köprü kurdu. “Belgesel malzemesi” dediğimiz şey, o anda karşınızda ter döken ve gülümseyen insanlar aslında.
Pavyon 3. Sezon: Turistin Gözünden Değil, Çalışanın Gözünden
Gösterim kısmında Pavyon’un üçüncü sezonundan iki bölüm izledik. Bu sezonun odak noktası, Ankara’daki turistik gece kulüpleri ve burada çalışan yabancı dansçılar.
HBO Max’te sezon şöyle açılıyor:
“Moskova’dan gelen Anna ile kulübün kapıları aralanır. Dansçıların Ankara’ya uzanan yolları ve turistik gece kulüplerinin pavyonlardan temel farkları.”
Bu cümledeki “kapı aralanır” ifadesi biraz iddialı gelebilir ama izlerken gerçekten de öyle hissettiriyor. Kamera, turistin gözüyle sahneyi izlemiyor; sahnenin arkasından, kulisin içinden, yurtdışından yola çıkılan o ilk adımlardan başlatıyor hikâyeyi.
Daha önceki sezonlarda pavyon kültürünün klasik unsurlarını (Ankara müziği, masalar, müdavimler...) daha sık görmüştük. Üçüncü sezonda ise harita büyüyor: Rusya’dan, Kazakistan’dan, Ukrayna’dan çıkan yollar; Ankara, Antalya, Dubai, Berlin gibi duraklara bağlanıyor. Ankara bir anda sadece “memur şehri” olmaktan çıkıp küresel eğlence rotalarından birinin durağına dönüşüyor.
Ve tüm bunlar anlatılırken belgeselde ne romantize ediliyor ne de karanlık bir masal anlatılıyor. Şöyle bir çizgide duruyor:
“Burada bir iş var. Bu işin içinde duygular, çelişkiler, umutlar, hayal kırıklıkları var. Ama hepsi önce ‘iş’ olarak kuruluyor.”
Bu mesafeli ama meraklı ton, bence Pavyon’un asıl gücü.
Sahnedeki Kadın Gücü: Bedel Değil, Emek ve Hakkı Olan Kazanç
Pavyon denince akla çoğu zaman “mağdur kadın” hikâyeleri geliyor; oysa belgeselin ve bu sezonun odağı, bu ezberi bir hayli zorluyor. Turistik gece kulüplerinde çalışan kadınlar, burada edilgen figürler olarak değil, emeğiyle para kazanan profesyoneller olarak karşımıza çıkıyor.
Sahnede gördüğümüz şey, yalnızca “erkek eğlencesi”ne eşlik eden bir fon değil; koreografisine çalışan, saatlerini prova ve hazırlığa ayıran, bedenini ve zamanını bir iş sözleşmesi içinde satan kadın emeği. Ve bu emek, hak ettiği karşılığı aldığı sürece, sömürü değil; pazarlık gücü olan bir çalışma ilişkisine dönüşüyor.
Belgeselin çizdiği tablo, kadınların “idare edilmesi” ya da “idare etmesi” gereken kırılgan figürler olmadığını gösteriyor. Aksine ne kadar çalışacağını, ne kadar kazanacağını ve nerede duracağını çoğu zaman çok net bilen; masadaki hesabın ve sahnedeki değerin farkında olan kadınlar var karşımızda.
En önemlisi: Bu mekânlarda kadınlara saygısızlık, bel altı muamele ya da aşağılayıcı bir dilin normalleştirilmediği, aksine kuralların bu çizgiyi korumak için kurulduğu hissediliyor. Kadınlar “korunması gereken zayıf” değil; çizgisi olan, sınır çizen, emek veren ve emeğinin karşılığını alan özneler olarak sahnede.
Bu sezon, kadınları kurtarılması gereken figürler olarak değil, gücünün farkında profesyoneller olarak gösterdiği için feminist bir yerden de önemli duruyor. Burada mesele “onlara acımak” değil; onların emeğine saygı duymayı öğrenmek.
Pavyonu Tabudan Çıkarıp Konuşmaya Başlamak

Gösterim bittikten sonra Pavyon ekibi sahneye davet edildi, önce ekiple şöyle kısaca tanışıldı, ardından salon bir anda samimi bir soru-cevap köşesine dönüştü.
Künyede; yönetmen, yapımcı, senaryo ve proje tasarımında Sami Öztürk’ün imzası yer alırken, HBO Max tarafında yönetici yapımcı olarak Deniz Şaşmaz Oflaz ve Dilan Karadağ öne çıkıyor; belgeselin altyazı çevirisi ise Minel Sayar Öztürk’e ait.
Sorularda da, verilen cevaplarda da ortak bir nokta vardı: Pavyonları sadece kulaktan dolma hikâyelerle değil, içeriden tanıma isteği.
Ekip, bu dünyanın hem eğlence tarafını hem de görünmeyen yanlarını anlatmaya çalıştıklarını, karakterleri ve mekânları mümkün olduğunca sahici hâliyle göstermek istediklerini söyledi. Pavyonu “konuşulmaz” bir alan olmaktan çıkarıp üzerine düşünülebilen ve tartışılabilen bir yere taşımayı amaçladıklarını hissettirdiler.
Kısacası, o kısa sahne buluşması, belgeselin temel motivasyonunu özetliyordu: Ankara’nın gece hayatına, özellikle de turistik gece kulüplerine içeriden bakan bir hikâye anlatmak.
Ankara’nın Pavyonları Ekrandan Dünyaya Açılıyor
Gecede sık sık geçen bir tema daha vardı: Ankara’nın pavyonlarının yurtdışına açılması.
Bu ifade hem çok somut hem de çok sembolik:
Bir yandan dansçıların kendi ülkelerinden çıkıp Ankara’ya, oradan başka şehirlere uzanan hareketliliğini,
Diğer yandan da Pavyon’un artık sadece Türkiye’de değil, HBO Max sayesinde farklı ülkelerde de izlenebilen bir seri hâline gelmesini anlatıyor.
Yani hem insanların yolu Ankara’ya düşüyor hem de Ankara’nın gece hayatı ekran aracılığıyla onların oturma odalarına giriyor.
Bu açıdan bakınca Pavyon, sadece “Ankara’da bir belgesel çekildi” haberi değil; Ankara’nın kendi kültürünü, tüm tartışmalı yanlarına rağmen, dünyaya açma girişimlerinden biri.
HBO Max’te Pavyon’u Açmak İçin Küçük Bir Nedenler Listesi
Eğer buraya kadar okuduysanız, muhtemelen aklınızda şu soru vardır: “İyi hoş, gala güzel, ama ben neden açıp izleyeyim?”
Kısaca söyleyeyim:
Ankara’da yaşayıp pavyonları sadece şaka malzemesi olarak duymaktan sıkıldıysanız,
Turistik gece kulüplerinin sahne önünü değil, sahne arkasını merak ediyorsanız,
Göç, emek, eğlence ve şehir kültürünün bir noktada nasıl kesiştiğini görmek istiyorsanız mutlaka izlemelisiniz.
Pavyon tam bu kesişimi gösteren bir büyüteç sunuyor. Üstelik üçüncü sezon, yeni bir başlangıç noktası gibi de düşünülebilir. HBO Max’te Pavyon belgeselini arayıp bu sezonla başlarsanız, turistik gece kulüpleri üzerinden hem Ankara’ya hem kendinize dışarıdan bakma imkânı bulursunuz.
Ankara’nın Gece Hayatına Bir de Böyle Bakın
Galadan çıktığımda gece aynı geceydi: Kızılay hâlâ kalabalık, sokaklar hâlâ tanıdık, hava hâlâ soğuktu.
Ama Monamour’un kapısından çıkarken, Ankara’nın gece ışıklarına biraz daha dikkatli baktığımı fark ettim. Her ışığın altında sadece “eğlenen insanlar” değil, orada çalışan, orayı işleten, oradan bir şekilde geçim sağlayan başka hayatlar olduğunu daha somut bir şekilde görmüş oldum.
Eğer bir akşam HBO Max’i açıp ne izleyeceğinize karar veremiyorsanız, Pavyon belgeseline bir şans verin. Olmadı, bir bölüm sonra kapatırsınız. Ama belki de kapatamaz, Ankara’ya ve genel olarak “geceye” başka bir gözle bakmaya başlarsınız.
Gala gecesinden kesitler ile yazımızı sonlandırıyoruz. İyi seyirler!




Yorumlar